Ozan uyumlu|İlkincidüşüm ŞİİRLER

28 Nisan 2010 Çarşamba

*Düşman tutma

şimşek çekiyor gözlerinde belirsiz akşamlar
anıgürültüsü dolaşıyor surlarda
yaprakkayması yolları kapatıyor
sözleri düşman tutma
bulutunda yatan acem yıldızı seviyorum
kaşının yol ayrımında uzuyor hayatım
bahçen annemi hatırlatır yaralarıyla
kurumuş ağaçları düşman tutma
her şeyiyle gör doğadan olanı
dilinde dolaşan tuz, gözünde parlayan yağmur
denizde çim kokusu, toprakta yosun
berkitiyor nefesimizi
karadeniz dağlarında yankılanan yeşil
ve sevecen karıncalar
ayağımıza dolanıyor yorgun argın
geceyi düşman tutma
onun da bir çocuksuluğu var
giriyor kapımızdan utanarak
hiçbirimiz lamekan değiliz aslında
ellerimiz dünyaya peyke
her şeyiyle gör doğadan olanı
dağları düşman tutma
eğilemez onlar güneş doğarken bile

zamanın ederi yaşanandır
narhı yoktur pazarda

*Uykuya Bıçak

geleceğine bağladın yelkovanın
kurşun geçmiş bir geçmişi
güneşi şafağa tutuşturdun
mecusiyi ateşe kötülüğü iyiliğe
durgun suyu nehre çevirdin
birleştirdin akla karayı
ve düzenli evrenin karşı yakalarını
özgür duygular var yelkenlerde
semaya bakar yolcular
ellerinden içti ayazmayı martılar

hangi kapıyı açsam sen
günüm gecem yedi iklim
yediverenim gül rengim
hiddetine güneş batar
bozulur danteli denizin
sustuğun anlar duyulur
yağmursuz
uykuya bıçak atar…


27 Mart 2009 00.38

*Hayatı Bilmiş Bir Adam Niçin Kekeler

bembeyaz buluttur boynun
kuğunun güzelliğini taşıyan
kaçacak bir gölge yok
saçlarının arasında sakla beni
şahdamarın kudretli Munzur
göğüs kafesimin saati olsun
karıncaların masum sıcaklığı var omzunun çukurunda
ne kadar sarılsam dolmuyor kollarım
özlemişim gözünde çocuk görmeyi

kirpiğin dallarıdır
ağaçlar değince kederlerine
kar yağar bahara
zamansız değil
sınırsız değil
gerçeği ben bilirim
belli olmaz gölün ağladığı
sevgisi gibi içtendir
rüzgara sor
dağlara sor
küsme oracıkta öyle
gelemesen de düşün
yönümü seninle bulduğumu
hayatı bilmiş bir adam niçin kekeler…


18.06.2009- 23.45

*Bahçe

her kavgadan yenik dönüyordum
sen açtın kapını
en güzel merhabadır gözlerin
saçında miyase
bahçende koskoca bir dünya
gülkokusu gitmiyor burnumdan
ağaçlar sacalan, bulutlar salkım
ayışığı taşıyor sakalar toprağıma
tanrının çocukluğusun
tut ellerimden oyunlar oyna
eteklerinde dönsün başım
cevelan edersin damarlarımda
cansuyum, köksuyum, göksuyum
ses etme yabancılığıma…


28 Şubat 2009-21.00

*Meşalesidir Bakışın Şiirlerimin

ne de çok yakışır
dişinde hızman şemsimdir
sekiz ışık tutar tarihime
fotoğraflar senden yana
güzellikler senden
anlatmak isterim avucumdakileri
tatlı ezginle gel
bitsin açlık ve susuzluğum
yağmur değmezse toprak kokar mı

ocakta ateştir varlığın
gelişin yürekte atış
gözünde fer sabah
talihtir avucumda sesin
söndürme
meşalesidir bakışın şiirlerimin

vakitsiz uyuma yar
bozulur şekülü rüyalarımın
kehanetlerde sen çıkarsın
duydum rüzgarın ıslığında
eyeri üstünde bir atla bekliyorum…


19 Mart 2009 00.22

*Bahçeler Yağmur Saklar

ağdaki balığın dilsizliğiyim
çöldeki kumun bedbahtlığı
kararmış günün hesabı kimden sorulur
kuşları götüren kim
bir notaya bir mızrap gerek
kanayana ilaç
bahçeler bir ömür bekler
yeldeğirmenlerinde sallanan
bahçeler yağmur saklar
uzatma ayrılığı…

bak dedikodunu yapıyor kuşlar
çöpçüler ıslık çalıyor
evlerine varıyor yolcular
buğday ekmek oluyor
baba işçi
zaptediliyor şehrin caddeleri
haydi sen de uyan
patlasın ayçiçekleri…




8 Nisan 2009 11.16

*İlkinci Kadife Akşamda

ağaçları yeşil yakan ilkinci kadife akşamda
bir bulut düşmedi geçmişi hatırlatırcasına
eskidendi, bilek sıkışırdım
yanağımın sıcağını uzatıyorum şimdi
gözlerim mum yanıyor sana
boynuna gelincik takılmış yıldızlar
ve kravatlı şehir şahidim olsun
anlatmak zor tenindeki huzuru
ateşe vermişsin sokak lambalarını
acıkmış kuşlara gül atmışsın
sen bir yana, şehir senden yana
ayrılmayacağım kıyından
söz...

12.07.2009- 00.27

*Kimsesiz Bir Balkonda

kimsesiz bir balkonda
kimsesiz bir çiçeksem
ve baharaysa umut
kal
kaşının karasını alıyor toprağım
kirpiğinde eğeliyorum sözlerimi
kapı kapı hayatlar açılıyor
kal gözümde
gözümde çocuk
kal gitme...


8 Nisan 2009 14.00

*Zılli Hayal

Âma etmiştim gözlerimi, peşreve feda
Ayırmak isterken kısım kısım insan
Bir araya getirdi bir ada ile kıyıyı
Yırtıldı kırmızı perdem

Aram az arafla
Bildiğim hikaye çok
Aramaz mı gögsümde bavul sahibini
Bu göç de yazılacak elbet
Yıldırım sesini arar korkular evsahibini
Kırmızı yeşili ağlar

Derede taştım
Vura vura öğretmiştin sevmeyi
Bana da yeşilin yakıştığını ve gülmenin
Aramaz mıyım şimdi ellerimde suyunu
Yar bana eğlence demet
Hayale seyirci gerek
Başta söyleyeceğimi sonda ağlarım
Hay Hak...


21.07.2009- 02.45

*Belerttiğinde Gözlerini

belerttiğinde gözlerini
su ödünç alır ruhunu
nereye baksam sen
kaybolur menhus düşüncelerim
kuş yuvası ellerinde
yıldız kaysa iç çekerim
murassa kadifedir yüzünün sıcaklığı
yüzün canımın yongası

güneş yürür saçlarında
tutamam
gülüşün şafak şarkısı
teslimiyet çağırır
sanadır koştuğum yıllar
kuşandığım duygular
bakma gövdemdeki izlere
meyvelerim sanadır…

4 Mart 2009 02.50

Özleminde

bakkallarda özlediğim kokunun
gariptir seninle ilgisi var
öyle çok duygulanıyorum ki bu sıralar
göğümde sürekli bir ağrı
gözümde geçici bir korku
adımı gece koysalar farketmez
özlediğim dünden belli
barlarda yalnız taburelere dağınık bulutlar oturmuş
cadde ortasında filozof ölü kediler
kayıtsızlığı anlatıyor sahiplerine
ağaçlar fırtına bekliyor
nasıl da bilgedir onlar
kimse toplamıyor kaldırımlara açan ezgileri
iyi değilim diyorsun
bak bana
ellerim rüyasız sensiz…


4 Temmuz 2009 - 20.05

*Salgın Hayatlar

aydan yüzüne düşen simler
kör akşamı ışıtır
Hitit Mısır düşman olur
göl yüzüne yakamoz
gözlerine ömür gider
iyi günde kötü günde
bir ezgine duygu gider
bir duyguna bir ezgi
nefesini sayarım
salgın hayatlar verirsin
ışık müzik şiirle…

annenden gelir güzelliğin
ellerimde meyman kalır
kesse de kirpiğin gözyaşını
gözlerinden zor ayrılır
bizim olsa milyon ışıktan biri
bir şarkı da bizim olsa
dönse dünya seninle
gün ayrılsa mehtap kalır…


4 Nisan 2009 00.00

*Büyük Ağaçlar da Süslenir

büyük ağaçlar da süslenir
görülür damarlarında ılık ılık hayat
dalın dala komşuluğu yetmez
yekpare sanılsa da gövde
atlar nasıl sarılırsa nasırlarına
kucakladım yaramı
canhıraş sevdiğimi
bulutun rüzgarı dindirmesidir
sincabın ağaca sarılması
elim avucum, cümle düşüncem
çıkar kuytuluktan
sevmediğim hiçbir şeyi yok artık
davacı değilim şehrimden
dirilen ütopyalarda çıkar
nazenin çiçeklerin kokusu
demiştim gelecek bugünler diye
kollarımda olacak hayat
demiştim…

12 Nisan 2009 21.49

*Ninni

Anakucağı gibi kıvrılan kirpiğin
Sallar uykusuzun göğüs kafesini
Meğerse saklıymış kent
Buldum
Havalandı toprak
Şimdi açtı köstebekler gözlerini
Her arıya bir çiçek eşleşti
Akrep çözdü yelkovanın bağlarını
Gözlerin seğirmesin
Uyanırım hayatımdan
Çocuk sesinle sarmaladığın bir umut gönder
Ninnim olsun...


25 Şubat 2009 sakarkent

*Leylak Cinayetler

ne büyükmüşsün çocuk
be ne taş yüreğindeki
tenin dokunamadığım doğa
değişsin gayrı yenilmişliğimiz

siyah da yakışır sevdiğime
hüzün ellerine yapışır
üşümek de güzel seninle
hayata sövmek de

ıssız coğrafyaların kirpisi
her şeyin ortasında bir yarıma
bıraktın bütün bir hayatı
nasıl taşısın sensiz
dağ mı dayanır

tutturdum sancılarımı
avuç atarından gelene
sıcak bir nehir gibi
başımın döngüsü
içim geçer

boş duran sandalye
taşıyor kokunu
masum değil artık
leylak cinayetler işliyor
yaşam ve ölüm birlikteliğine
ellerim hâla susuyor…

‘yazmak değildi önemli olan
yaşamaktı hayatı,

ve soluk kesilmek.
herkes yaşadı
benden saklananı’

aralık 2008

*Akşamdır

-nice yıllara-


akşamdır…
girişin aydınlatır odayı
mavilerin yansır mum ışığında
şahit duvarlara
hezeyanlarımın deniz feneri
nasıl da çıkarır ortaya doğanın dövmesini

akşamdır…
annen okşamıştır cânım saçlarını
nefesin geçer mumdan, sokak lambalarına
titrer sokağın dilencileri

akşamdır…
yağmur yağar kadim şehirde
ıslanır yaşanmamış rûyalarım, sır
ağlıyor ellerimde çiğ taneleri.

akşamdır…
mevsim kurak
içim kın
sesim bıçkı
bildiklerimin yokluğu,
dudaklarını açmayan bal,
ve saçına lüzuci leylak
unutulmuyor

akşamdır ve karanlık…
sokağında bekliyorum
varlığındır
en serin, en senin mehtaplara çeviriyor yönümü

asırlar öncesinden düşmeliydim mavi kuyularına,
yalınayak koşmalıydım
malula’dan olimpos’a
ne kadar sensiz olmuşum meğer
ne kadar çok bensiz büyümüşsün
küçük kal
ağlatma beni


-ne kış, ne yaz,
yok mevsim,
yazık ki yok zamanın uyuşturması
yaşanmayan an
kadim şehirde ve şehirle
düşerken el ele-

*Doğunca Doğa

-ne mutlu doğanın doğduğu güne-


iyi ki açtın gözlerini
başladı dönenceler
doğunca doğa
toprak suyu öptü
gökyüzü selam verdi denize

çalınacak o kadar çok şeker vardı ki
hoşgeldin
en iyilerini çal güzelliklerin
taflan kokulu rüyaların olsun

sanki doğma büyüme seviyorum seni
şeker yediğin zamanlardan
daha çizgiyken gözlerin
ellerin yumuk yumukken
oturmamışken mavisi gözlerine denizin

iki nehirdir şimdi
çocuklar el çırpar
saçlarında sallanır ömrüm
gelir gider
sarıldım varlığına
sökme köklerimi
düşme çocuk
düş kalma
üzme canımı
aya tapmış bir dünya

bekler kapılarında...

*Tutundum Dilinin Tutukluğuna

-sende dil, bende ay tutulması-


her nefes alışında
bir yanardağ patlar bende
içimde lav
yakar damarlarımda gezeni
kaç ilmek çıkar saçlarından boynuma.

zamansız medcezirinde
har dalgan bir avuç kum götürür
beklerim
saklama eksikliğimi

titrediğinde ayazma
korkular salınıyordu üstüme
ipinden boşanırcasına
akıl dişimi çekiyordu sorular
atıyordu tutyalara çürüğü
kulağımda çın

her şey durmuştu
tutundum dilinin tutukluğuna
uzun bir cüceydi
varlık sebebim susku

kulağımdaki boşluk uyutmuyor sızılarımı
gör ki hastayım ve yenilmiş
köksüz ağaçlar
gün adaksız
şehir pus
dinledim zavallı geceyi karantinada

denize dökülemeyen sıcak bir dere
yalnızlığına dolanır kentin sokaklarında
sıkar kendi boğazını
sarılsam yarım kalmış sözlere
boğulur hüznüm

sevdiğim
çiçeğe su taşıyan ayakların
getirse papatyadan uçurtmalarını
camlara şiir yazan bir çocuğa...

ah be yüce isa, sensiz ne çabuk geçer zaman,
yıl oldu 2008, gün oldu son.

*Mavi Sümbül Bir Bahar

iki adadan kalkan martılar
uyandırıyor kasaba sabahını
büyük turkuaz çığlıklarıyla
ayaklarında sihirli kum
hatırlatıyor denizi
aynı dili konuşsak keşke
‘yarın yine gelin’
hatta ‘hiç gitmeyin’ desem
‘çocuk özlemlerin düşseliyim’

adalar güzeli
zaptetsen yangını
ay ışığı girse yalnızlıktan
köpekleri kudurmuş kasabaya
ayağım suya değse yine
oyun atsam suya
kabarsa tomurcuk
ellerinden gelene

iç çekerek bulutlara bakıyordu şarabi
indirdi yeryüzüne ayak izlerin
mavi sümbül bir bahar
haberin olsun
topladım adalarından kalkan
martıların çığlığını


‘takvimler işlemez kasabada
mevsimsiz bir kış’

*Leyli

-beklenene-

vadiye düşmüş güneşsin
iki dalganın karşılaştığı
bırak bileklerimi
soluklansın dağlar

beklemez sevinç
hemen konuş
çokça kalsın sesin aklımda
adın yetmiyor
yazılmış en güzel hayat sende
paylaş

bir mecusi bekliyor
bir ışığına ölür
kapında güller asılıdır
geçene zulüm
el aman
yangın
n’olur gel
leyli olsun
yüzümde gül
annemi de sevdim
söylemedim
kanar durur
n’olur gel…


‘bu bir çağrı metnidir sevgiliye’
İlk esin: 18 Aralık 2008
İşçilik : 27 Aralık 2008

*Yazık ki Hep Gözlerinden Bahsedecekler

-güzel resme adanan-


okyanus kokan yelken saçlarına
vurulurken martılar
yazık ki hep gözlerinden bahsedecekler

binbir gece uyutmaz insanı
duru nehir akan sesin
kaç öğün yaşatır umutları
kuş yuvası ellerin

yazık ki hep gözlerinden bahsedecekler
büyük güzel resmi görmeden
kim bilecek
benim hasretimi gözlerine

şeker çalan
doğma büyüme çocuk kız
hayat değ ellerime
nefesin ziyandır benden ayrı
yanardağlar patlar içimde bilesin
ellerinden uzakta
yağmurlu gözlerinden içmek isterim gerçeği
sanki doğma büyüme peşinde sevi

yutkunsan
mahcup çocuklar ısınırdı içimde
nasıl da temizlenirdi yıldızlar
ve serçeler nasıl da sıçrardı umuda
gözçukurlarım ağrıyor yokluğunda

yazık ki hep gözlerinden bahsedecekler
oysa ölümün de mavisi var
ah be Ankara
senin de mi düştü kolun kanadın
kim yağmalıyor direngen kalelerini
sıtma korkusu sokaklarında
ve sırtlan
ah be ankara
bir dârıdünya kaldı mı sığınacak yanında

“kimse görmüyordu otobüslerde
camların buğusuna şiir yazan çocukları
sınanmamış rüzgarlar taşırdı umutları
hiç sevilmediler"

isa öleli insan zavallı 2008 yıl, kışın vahşi dönemlerinde…

*Ay Tutulması

-ayağıyla aytozu getirene, gecede mehtaba söylenen-


iki sefil sokak çocuğu
yollarına bakıyordu
şarabi ve kemani

gözlerini açtın
şehir yandı
ay tutuldu dört küçük göz

çınladı tembel gökyüzü
getirirken ay ışığın salkım söğüt
akasya ve ortancalardan
dudağı kurumuş toprağımıza.
zenginden alıp yoksula verdi
med-cezir ellerin sevinci
iki sefil sokak çocuğu
sesinden tanıdı denizi

kırıldı karanlık
çekildi sokak çocukları
sobalarında kestane pişen
kurabiye ve anne kokan evlere

gözlerini açtın
güzeller şehri yandı
sefih mevsimi taşıyordu kucak kucak
turkuaz keman sesleriyle dolaşan
yalınayak periler
güneş sabaha yakışıyordu,
mehtap akşam sefalarına.

‘doğa maviye esinlemişti ruhunu
iki ebruli damlasının döküldüğü
güzel resimdir sende suya yazılan,
sesinde gelir imbat,
yankısıdır iki damlanın
suya değdiği’



ilk kafa karışıklığı: 12 Aralık
son kafa karışıklığı: 14 Aralık
2008'dir yok isa

*Bebek Uykusu

bebek kokunla uyudun
yaşanmamış yılları
yürünmemiş yolları bıraktın göğsüme
güzelliğine sustu doğa
fesleğen topladım saçlarından
böylesi bir an yaşamamıştım
gözünde kısılan güneş bende büyüdü
dal budakta
ben sende büyüdüm

doğudan batıya uzanan kollar sanadır sevdiğim
kurduğum gencecik düşler sana
omzumda uyansan
yeni bir dünyaya dökülür şelalelerim
bulutu avuçlayan gök
açlığı bastıran suç olur ellerim…


5 Nisan 2009 11.20

*Selanik'in ağabeyi

-Ayaklarıyla tuzlu su getirenlere-

Boğaz kokusu gelecek gri binaların duvarlarına
Değecek soluğunu Selanik'in ağabeyi
Hırçın ve külhan
Kadim ve yenilmiş

Midye bu değil diyecek
Yosun bu değil
Bu ne eylül kokusu
Kuşlar niçin binalara konuyor
Ağaçkakanlar niçin insan
Yağan yağmur yerden mi
Denizden mi kalkıyor

Yoksulluk içinde zenginlik taşıyanlar var
Ruhunu sergiye yatırmış olanlar
Küçüğü bilmez de ağabey bilir bütün hilebazlıkları
Sıtma taşır sinekleri ve Haliç katil
Kerpeten ellerinde ne çok can taşır
Gözlerinde ne çok zan
Ahraz çocuğu konuşturan mavi saçlı tanrı

Çıkarmayın ayakkabılarınızı
Girsin içeri sizden ne varsa
Küflenmiş nefesimiz
Ve sağır kulaklar açılsın
Hatırlansın kardeşliğimiz

Yoksulluğumuz sizden miras
Açgözlülüğümüz sizden
Vardır elbet ayrı düşmüşlüğümüz
Sahiplenmeyin bu kez
Ayak bastığınız yerleri
Osmanlı olmayız
Karaburun soylu kasabalıyız
Celalleniriz hükmünüze

Analarımız inatla verir
Avuçlarımıza domatesi
Ütülüdür giysilerimiz
Kahve de içeriz
Karşılıklı evlerimiz

Avladıklarınız bizim ceylanlarımızdır
Kalın derilerini görmediniz mi,
Çullandığınız bizim atlarımızdır
Güçlü toynaklarını görmediniz mi

Martılar geçmiyor demiryollarımızdan
Uzun dağları gözler aşmıyor
Uzanmıyor suya güneş
Akıyor üzerimize
Sizden önce ve daha temiz

Dizlerimiz kabuk
Sırtımız kambursa da
Zıbında umutlarımız var
Gelin oturun soframıza
Yine de hoş olsun gönüllerimiz
Biz de rakı içeriz

Mezarlığımız çoksa da
Büyük denize sevdamız


Ankara'dan İstanbul'a söylenen
5 Aralık
isadan bu yana nice bin

*Son Umut

sevinin elçisine-

Son umut haykırdı:
-Benden öncekiler nerede?

Fırtına hayat
İlk olan
Kurtulur hengâmeden
Sonlarda ağlıyordum,
Söndü ferim
Talih sızladım.

Umut olsan
Son olmak ölüm
Varlık
Yokluk
Kelepçe…

Ölümsüyorum,
Unutmam bu dili,
Doğanın tenindeki mucizeliğini.

Gözlerimde geziyorsun,
Fikrimden geçiyorsun,
Zikrim felç.

Suçsuzum…

serkentte, kentin serinde, sitemle

isadan bu yana 2007

*Uzaktan

Çizdin minik gülüşünle
Koskoca bir koy
Küçücük kaldım

Üfledin çocukluğunu yüzüme
Süt kokusu
Şeker
İğde
Ve alıç

Sende kırmızının ataşesiydi duygu
Bende jandarma ihtiyadı
Kuşku devriye gezer
Kanser akrepçe yokeder rahmi

Biletim hep gidiş-ölüştü
Üşüdü gözyaşım

Minicik bir yıldız getir
Bahçeme ekeyim
Polisler görürse
Gökten düştü derim

Kesme saçlarını
Gitmesin leylak kokusu evimden
Vursun dalgalar
Tahta kapıma…

uzakta bir yerde, deniz kokusuyla

isasız geçen ikibinyedi yıldan sonra

*Simurg

-içimizden gelene, içimizden geçen-


Emeğimiz
Çizgi gözlümüz
Hayalet değil miydin

Uzattığın zamanı
Çevir şimdi yüzümüze

Büyüme çabucak
Yürüdüğünde götür bizi
Seni bize getirene.


ilk yaprak açımında isadan bu yana 2007

*Korku

Her dağda bir aslan yatar

Kükredi mi tüm şehir susar

mayıstı, ikibinbeşti, birdi, ve geceydi.

*Göç Artığı

bulutsuzdu gece
düştü
imzasıdır siluetinin
gül yaprağındaki

aya vurdu…

su üstünde biblolar
sallanır gökyüzü
ben aşağıda,
göç artığı
yalnızcıl balıkçılım
yalnızlıkta
sessizlik
ölüm

sil buğusunu gözlerinin
sakla korkularını
ürkütme yeşili
ivedi değil
sarmal olsun yolların
uzat hayatımı

yalancı akasyalarla
doldur zavallılarımı,
ellerin kalsın,

yalnızlıkta sessizlik ölüm…

2007 / Eymir Gölü

*Fareler ve İnsanlar

Analog seviciler
Tınazlıyorlar mahfilde
İstençsiz anlaklarını

Düzgüleri içerisindedir
Dilleri hazırol vaziyet
Bin kişinin üstüne dikilmiş dürtüleri.

Eyy!
Dokunma duygusunun acınasıları
Uyudunuz görgü sandıklarınızla…
Eğlenceli sandıklarınız,
Ağlancalı sandıklarınız…
Sandıklarınız boş,
Kırdım malakitle
Gördüm…

Ben mi düşlemdeyim
Yoksa fareler ve insanlar mı kardeş…

*Saçları Karalı Kız

Gözlerinin can alıcı sürmesi

Umrunda değil polisin

Dizlerinin bağı çözülmesin

Sönmesin gözünün feri

Ankara sabahları yine senin

Yorgun gecelerin dost çay ocakları

Saçları karalı kız

Umudum senin…

*Hüznümün Anakarası

kadim hikayelerimde
bekleyen tortular
patlattı dağlarımı

bitirilmiş takvimlerde
satır baş
sütun giyotin
kuluçkada korkularım
kuşkuyu besler

hüznümün anakarası
tutunduğum son liman
niçin kapatırsın çağımı
fırtınalarında pusulasız kalırım
dizim çenemde seyrederim felaketimi
haydi söyle
niçin menteşesiz bulutların

bak
sabuntaşıyla çizdiğin sokaklar
çalakalem elllerinin karantinası
hüznümün kırık aynasını taşır
bak
kayboluyor yüzüm
yaşanmamışlardan düşen
sevdalarımın makası
durma söyle
niçin kesersin yollarımı

uyanıklığın mantığımın cunta halidir
dalgalarımın kırıcısı
niçin sevmezsin sarhoşluğumu
konuş!

hiç esrik olmadın mı
tutmadın mı bir kadının ellerini
titremedi mi hislerin
duygukırıcısı
kaç kez öldüm heveslerimle
barlarının körlüğünde

sevemem artık karton adamlarını
sahtelerinden kârlı çıkmadım
bakmak istemem natürmortlarına
yüzümdeki kılağıyla
haydi anlat durmaksızın
niçin yargılanır iyiliklerim mahkemelerinde

hüznümün anakarası
göğü pırıllaşmayan çölden adam
kuşsuz, çiçeksiz köyüm
anlamasan da olur artık vicdanımı
kuşsuz çiçeksiz kaldım nasılsa…

*Kasabada İntihar

Meydanda,
Kimsenin geçtiği bir yere

Duyuru astılar duyarlı insancıklar:

“Ey sakinler!
İklimsiz cemreleri sonrası,
Kasabanın celladı kendini astı.”

Vurdular külünkle
Kireçli toprağıma
Gömdüler enek duygularımı
Kehleler içinde


Birkaç katreyle yetindiler
Verilmiş sözleri vardı
Tanrı yağmurdaydı
Yoktu yanlarında bebeleri

Sevdiğim,
Beyaz hırkanı giymeden gel
Ladenlere sürtünme, dayanamam
Ellerimi görmezsin
Hissetmiyor omuriliğim hücrelerimi…

Ne çıkar duldalasan nispetsiz evimi
Temizlesen süpürge otuyla
Düztaban etsen kamburumu
Ne çıkar sevdiğim
Araya gittikten sonra cemrelerim.

Meydanda,
Kimsenin geçtiği bir yere
Duyuru astılar
“Cellat kendini astı”

Duvar kimsesiz kaldı…


Temmuz 2007

*Amok Koşucusu

Boğdum Temcit’i

Cinnet sakinliğinde...

Kurulmuş adlar,
Gülüşler, kaçışlar...



Eyy!

Kuraldan çok kuralcılar!

Çıldırdım!


Amok koşucusuyum

Ter boşalır şahdamarımdan

Ayak altlarım nasır

Kokuşmuş üstüm başım

Araf kertesinden gözüm yukarda geçerim,

Kahrederim…
Çarpınca yüzüme

Orman içinde bir duvar

Durdurur beynimin lenflerini.


Gökgürlemesidir duruşum,

Gelir aklım başıma,


Olurum sizin gibi…



Başkent / 2007

*Hayat Piramidi

gözde

seyirlerim

evciliklerimi

kurabiyelerimi

daha beş kuruşken

dondurma külahlarını

ve yokken etten sıralar

basma fistanlarda yaşanırdı

ucuzluk baharların sarhoşluğu

görmeliyim bencil yolculuklarımda

bencileyin tortulanmış kokladıklarımı

yüreğime kazınmış yazı tabletlerinde kök

hatırlanmaz söylenişleri dünün şarkılarının

olamaz mıydı yani aynı resimde iki gökkuşağı

çizemez miydi çocuk düşleri bir resme iki güneş

yitik ülkenin ağaçları hep koyu renkli mi olmalıydı

düzyazıların bağlaççaları anlatamıyor susuzyazlarımı

aklımın yuttuklarının henüz söylenmediğini biliyorum

yalnız dizini acıtmıyor kucaktan hayata düşen büyümeler

ıstırabının katmer gülleridir zihninde yetiştirdiğin tümörler

*Seyirdeki Sürgün

Her gece gözlerinde
Batsın hayatım
Yeğlerim
Gözlerin Urfa türküsü
Hayallerimin süsü

Sen gül, eğlen
Devam etsin zindan

Ardıllarım anlamını
Vedan duyargalarımda
Boşalsın iliklerim
Kırık aynamdan yansıyorum
Yüzüm kırk parça

Seyirdeki sürgündeyim
Paslanmış kadanam
Uyuşturucu
Kaslarımda ağrı
Sıkışır beynim dişlerime

Küskün rüyalar gerçeklere
Yoksun
Sevgi benden terk-i diyar
Yaram kanar
Çığlığım çocuk
Gelecek kör

Ehlileşen at
Yüreğim tahakkümle
Atar durur yüreği
Yıl kaç
Sürgün kaç

Düştüm
Sevme beni…

*Amentü

sen mi göçebesin

ben mi dağınık

bulamıyorum seni

bana bağlayan küflü ipi

çukurunda sıçradığım kurnaz şehirkör bakışlarını çek üzerimdengöğünün tözü yok
bahar olmaz yalnızlığa


toplum densiziyimortodoks ruhumla her şeyin ortasında
tanıma

kör aynamda kömür içimin karasımızrağımda şiirsöyledim ve eyledim zarurettesürgünün başkentinde
lokantalarından taşan

sevi artıklarına sayılır bakışım
küpesiz gecelerinden akan siyaha
kaldırımlarından akan boşluğa
bak

yaşaran bir ölü var sokaklarında
antik çağdan kalma bir canavar
boyuyor rahibelerin eteklerini
ehli dilinde ıraz şirk
akitsiz aklından amacını atan
antik çağdan kalma bir canavar

daha elifini söyledim inkârın
hep yere mi göverir gövdemin şarkıları
birleştirdim paçavralarını eskinin
tarih oldu
korkunun ecele faydası yoktu
yağdım eridim
yokum artık ayak bastığın sokaklarda

sen mi göçebesinben mi dağınıkbulamıyorum senibana bağlayan küflü ipi
dilimin aort damarında besledim sevini
fikrimin ince notasında
herkes duydu
atayistin amentüsünü

*Kamburunu Yüzünde Taşıyan

Kamburunu yüzünde taşıyan
Balkon altı sarmaşığı
Dolanır duvara
Sevgili diye

Bastığın yolların
Acılanmış dudaklarımdan düşen
Meğerlerden eğerlere
İç hatlar terminali
Bedeli ödenmiş sahide
Kollarının boşluğunu
Doldurmuyor yazılanlar

Bir iki duble ötede sır
Yuva tutar içimde tanrı
Dillendim
Dizeye getirdim
Haberin olsun
Çevirme elçiyi

Yıllarımı katran kumla dolduran his
Kanattı dudaklarımı
Ziftine tutunduğum sürgün uzlette
Alt yüz ettim dünyayı
Tersi üste getirdim

Kukla oynatıyorum
Hayatıyken kuklanın
Bakma yazdıklarıma
Fikri zaruret içindeyim
Bun aldı içim
Uzak dur benden
Şekerlensin uykuların

Bellidir inceden
Kalının vuracağı
Tellendim
Serenattan ağıda

Kamburunu yüzünde taşıyan
Balkon altı sarmaşığı
Dolanır duvara
Sevgili diye

Yıkma duvarını…
Şubat 2008-Başkent

*Ödünç

Geldin,
Doldu bin metrekaresi şehrin,

Kar yağsın
Lapalasın sokakları,
Kalsın ayak izlerin…

Üzülme,
Serçeler üşümez,
Kar yapsın vazifesini…

Gidişin çıplaklık
Kalır sensiz,
Kemik üşür…

Kar yapsın vazifesini,
Alsın senden
İzlerini
Ödünç…

Asılı kalayım saçlarına…

2006 / Ankara

*Masumniyet

Kolkola
Sözcükler
Dilimde
Açılmaz
Bahtım

Yumaktır
Sevgim
Dolaştırdım
Yüzüme
Bak
Anla

Çık fikrimin kaidesine
Göz kırpar masumniyet…

İçini çeker
Uzaklarda bir çocuk…

*Kuşatma

Deniz gözünde sakladı seni
Ne kuşatmalar kurdum
Bir kedi kadar bilmiyordu hiçkimse.

İvedi çay dumanı,
Ayrılmayan eski ve sarı yalnızlıklar
İhtiyaçlar da muhtaç,
Seviler de göçebeyse seninle
Yalnızölümlerrıhtımında savurdum giydiklerimi, Nasılsa yoktum,
Kayıp şehir,
Kadim acı...
Dalga ve sur, sözümü döven…
Manevi hayatımın karantinası,
Hançer bak yokluğunu karanlığıma…

24 Nisan 2010 Cumartesi

*Kırptığında Hayatımıı

Kırptığında hayatımı
Dökülüyordu çocukluğun mihengimin yüzüne
Hıbar oluyordum.
Yıldırım düşüyordu dilime
Sürçüyordu yollarım
Sonculuklarım, yüzüm, cankenarım…
Ezik.

Sudeğirmeniydi adımların
Her seferinde gül yaprağından bir bahçeye taşıyordu
Yalnızca kokunu alıyordum
Mevsim dönümüydü bakışın
Güzelliğini emekliyordum
Uzaktan.

Öyle çok sürüldü ki bu hayat
Ekebilirdin günahlarını
Varlığımı duyursaydın ellerime
Sustururdun fırtınalarımı.

Sen de mi kraliçesin
Ağlayamaz mısın
Bilir misin emeğin ederini
Islatıyor musun yağmurda saçlarını
Bak, ağaçlar da döker yaprağını
Marmara kadar inci mi tacın.

Bir deniz çizdim, yalnız gece görünen.
Gel,
Uzak sahil kasabasından
Yüzünde ateş, dilinde gençlik şarkısı
Gel,
Gecenin gözüyle seyiriyorum.
Hüznümün sarkacıdır siyahın…

*Yuvarlanır

Sevidilsiz akşamlarda
Kalmamıştı kurbanı,
Şahlanmıştı yenilmiş hamleler,
Üstüne üstüne,
Zavallı şah!

Bilgece hüzünden insanca öfkeye taşsan
Karahtun sarardı geceyi.

Sözleyemez miydin gerçeği?

Yuvarlanır emek daldan çürümeye,
Sitem dilden yuvarlanır,
Kül kokar ağız…

Bilinçaltım, gülünçaltım, sövünçaltım
Çoğalttıkça çoğaltır engereklerimi

Yazdım söylenmemişleri kara kuru,
Dürüstlüğüm süs iğnem,
Değişmedi şekülüm,
Vazseçtim,
Tercihsiz yenilgi,
An, kaybedilmiş çağ yineliği.
Boşalttım ceplerimi damarlarımdan
Başlangıçsız labirentler mezarlığına.

Şehrin ışıklarıyla yazdım acıkondulara kadını
Işık söndü…

Küstümotu dağıtıyorum , almaz mısınız?
Eşitlensin duygularımız…

*Savur Ay Parçalarını Körlerime

seyrederken karargahından
uzakçalar bir gramofonda
çizilir sesim:

“zaman zaman içinde
toz duman içinde”

savur ay parçalarını bakarkörlerime
dikkat kabarsın şakaklarım
aydınlatsın senyenilgilerimi
tarihsiz

yanı başımda duran boşluk
gizli bakan dostum
yanlı bakan
dayansam acımasızlığına
uykusuz ve uyaksız
taşır mısın hafifliğimi
sallanıyor benimle sanrılarım
tik tak
tutar mısın

nilüferler büyüt katrelerinde
bahçesinde döndüğüm
anlamlar aksın
sızlayanlarımdan
çıksana bıçak
dizlerimi tut ellerinle
yürümek boşuna
leyli ve felçlidir gitmelerim

güneşte fazla kalmış
hurufî zihniyetim
çürümüş diyorlar
sövmelerim arttıkça
gelmiyor gözüme sevmelerim
bilmiyorlar

bakma yansımalarıma
içimde her şey
ve hiçbirşey
böyle işte benim neslim
büyük yangında ben de erittim
içyangınımı

Olmasaydı böyle

*Quasimodo

Zangocuyum kentin
Sırtımda çan
Çan dediler çandım
Kilise doğumluyum vaftizsiz
Lamiseden yoksun
Keser bakışlarımı gülpencere
Deli diyorlar gülmelerime

Sevgili toprak ana
Gör halimi
Bir aklım yerde
Bir gözüm havada
Bakan yok yenilgilerime

Esmerialamadım
Boyattım hayallerimi ikonculara
Ödeyemedim
Kuş dediler
Öttüm
Rüzgâr dediler
Estim
Aşk dediler
Kördüm
İnsan dediler
Aklım almadı

Sırtımda kaşıdığım kurdeşen
Masumniyetimdi
Görmediler
Arda taşıdılar nimetlerini

Enek köpeklerin çenilediği gün
Tanrının doğumgünü hediyesiyim,
Oynayın,
Hayal boyacısının vereceklisiyim
Koşun alacaklarınıza.

Ediklerimde çamur
Teveklerde kanım kurur.
Kamburum;
Romantizme,
Kapitalizme,
Benden geçenlere sualsiz…

Hecelere sakladığım hırıltılarım vardı
“Dixi et salivavi animam meam”
-Söyledim, ruhum hafifledi.

*Erbain

Dökülür ömrümün pulları hamsin günlerinde
Kaçıncı erbainde kurtulur yürek
Boş bakan evlerin gözünden baktım dünyaya
Yalnızlığını dolanan tren yollarının
Hatırımda hep sen
Gözkapaklarım unutmadı huzurunu
Yol üstüne düşen kaya kırıldı
Taşıdı zalim ve mazlumluğunu

Hasatta baykuş takibi,
Yaralıları toplar karıncalar
İnatla pişmanlığı bağladığım urgan
Dizginler güneye duygugöçlerimi…